Toplumsal Bir Hedef Olarak Nebevi Merhamet ve Empati


Başkalarıyla ilişkilerimizde hemen hemen aynı şeyler ile karşılaştığımızı hatırlamamız gerekir — nezâket ve merhamet. Allah Hz. Muhammed’i (s.a.v) merhametin ete kemiğe bürünmüş hali olarak tanımlar: “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”


Ortalama bir insanın İslam ve Müslümanlara karşı veya düşmanca bir tutum içerisinde olma ihtimali olduğunu düşünürüz. Bizler, tabii ki, medyadan edindiğimiz bilgileri farklı şekillerde işliyoruz; arkaplan bilgisine, demografiye ve samimi endişelere dayalı olarak basmakalıp tanımlamalara daha yatkın olanlarımız var. Sümâme b. Üsâl (r.a) İslam’ı kabul etmeye karar verdiğinde Hz. Muhammed’e (s.a.v) “Vallahi ben memleketler arasında, en çok senin şehrinden nefret ediyordum. Fakat bu sabah, senin içinde bulunduğun şehir benim için şehirlerin en sevimlisidir…”1 demişti. Bu da demek oluyor ki onun İslam’ı ve Müslümanları ötekileştirici tavrı sadece Peygamber’e (s.a.v) karşı değil aynı zamanda onun yaşadığı şehre karşı da algısını etkilemişti. Hz. Peygamber’in (s.a.v) mübarek yüzü, dini ve şehri Sümâme için endişe sebebiydi, fakat Hz. Muhammed’in (s.a.v) dönüştürücü karakteri ve tahammülü, esir olan [Sümâme’ye] yeni bir anlayış penceresi açtı. Başlangıçta Hz. Peygamber’in (s.a.v) onu öldürteceğini düşünmüş olsa da esaretten kurtulmasının da mümkün olduğunu biliyordu.

Başkalarıyla ilişkilerimizde hemen hemen aynı şeyler ile karşılaştığımızı hatırlamamız gerekir — nezâket ve merhamet. Allah Hz. Muhammed’i (s.a.v) merhametin ete kemiğe bürünmüş hali olarak tanımlar. “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”2 Merhamet, şefkat ve empati birbirleriyle irtibatlı olan ve bütün insanların aradığı en iyi şeydir. Hz. Peygamber (s.a.v) nezaketin/rıfkın her durumda tatbik edilmesi gerektiğini öğretmiştir, hanımı Aişe’ye de (r.a): “Rıfk bir şeye girdimi onu mutlaka tezyin eder, bir şeyden de çıkarıldı mı onu mutlaka kusurlu kılar.” demiştir. Allah zatını en güzel isimler olan el-Rahmân, el-Rahîm; bütün kullarına merhamet eden, merhamet sahibi olarak tanımlar. Allah bize her durumda merhameti emreder ve bizi diğerleri ile olan ilişkimize göre hesaba çekecektir. Hz. Peygamber (s.a.v) bunu şöyle ifade eder:

“Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda (gökyüzünde) bulunanlar da size rahmet etsinler..”3

İbn Kayyimi’l-Cevziyye, Hz. Peygamber’in (s.a.v) sözlerini şöyle açıklamıştır:

“Allah Teâlâ merhametlidir ve merhametli olanları sever, insanların günahlarını örter ve başkalarının günahlarını örtenleri de sever. ‘Her kim başkalarını mazur görürse Allah da onu mazur görür; her kim başkalarını affederse Allah da onu affeder; her kim başkasının özrünü kabul ederse Allah da onun özrünü kabul eder; her kim başkalarına fazilet ile davranırsa Allah da ona karşı fazilet ile yaklaşır. Her ne yaparsanız yapın, size de aynı şekilde karşılık verilecektir, öyleyse tercihte bulunun, siz O’nun kullarına nasıl davranırsanız O da size öyle davranacaktır.”4

Empatik düşüncenin hakikatinin farkına varılması ve ötekileştirme ve insandışılaştırma temayüllerinin dengelenmesi için merhametin bütüncül bir idrakine ihtiyaç vardır. Etrafımızdaki her şeyde, insanlarda ve hayvanlarda, Allah’ın kullarına bahşettiği merhametin bir parçası mevcuttur. Bu, bir Müslümanın asla unutmaması gereken bir şeydir. Bütün insanlar, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler, merhametten bir parçaya —nezakete, muhabbete, empatiye, sevgiye— sahiptir, öyleyse bizim yaklaşımlarımız, ilişkilerimiz ve etkileşimlerimiz aynı merhamet ruhundan ilham almalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v) herkes için merhamet sahibi olmamız gerektiğini, yaratılmışlara muhabbet nazarıyla bakmamız gerektiğini öğretmiştir:

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!”5

“Sahabiler dedi ki: “Ya Rasûlallâh! Hepimiz merhametliyiz.” Allah Resulü şöyle buyurdu: “Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhametiniz değil, bilâkis bütün yaratılanlara şâmil olan merhamettir.”6

Empati ve Nebevi Empati

“Empati, mutluluğu veya üzüntüyü, bir diğer kişinin duygularını paylaşma gücüdür. Bu güç anlaşmaya, muhabbette ve insanlar arasında çeşitli bağlantılar kurulmasına neden olur. Empatiyi tecrübe edebilmemizin iki yolu vardır: birincisi, diğer kişinin içinde bulunduğu durumda daha önce bizim de olmamızdır. Şahsi tecrübemizden ötürü diğer kişinin nasıl hissettiğini biliriz, ikincisi ise onların neler hissettiğini hayal edebiliyor olmamızdır. Hayat kabiliyetimiz yaşadığımız benzer tecrübelerden, aynı tecrübeyi yaşamış arkadaş veya aile bireylerimizin hikayelerinden veya yabancı bir kişinin yaşadıklarına dair gözlemlerimizden gelebilir. Empati bir başkasının neşesini veya mutluluğunu paylaşmak anlamına gelebilecek olsa da bizi harekete geçirmesi kuvvetle muhtemel olan, zorluklarla alakalı olan empatidir. Başkalarının dertlerini anlamak odaklanılmış bir karşılığı getirebilir, bir yanlışı düzeltmek, bir sorunu çözmek veya basitçe bir anlayışı paylaşmak üzere odaklanılmış bir desteği getirebilir. Bu davranışlar bir gülücük kadar basit veya Haiti’de uluslararası bir yardım çalışması kadar karmaşık olabilir.”7

Dr. Lisa Rossbacher’in burada temas ettiği şey, insan davranış kodlarının evrensel anlamda, bütün insanlar arasında var olduğudur ve bundan ötürü başkaları için hissetmek hem fiziksel hem de temsili anlamda bunun bir yansımasıdır. İnsanın kırılganlığını, zafiyetlerini hatırlatır ve savaşta hakim olan en baskın duyguların —korku gibi— düşmanlar dahil bütün insanlar için ortak olduğunu fark ettirir. “Empati, kişinin kendi acziyetinin/kırılganlığının farkına varmasıyla başlar.”8 Bir kişinin [kendiliğinin] bir diğerinin tecrübesiyle ‘örtüşmesi’, güven, empati ve ahlak duygularının arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Kişi kendi acılarını veya zevklerini düşünerek bir başkasının acılarını, zevklerini veya gelecekte katlanması gerekenleri hayal edebilir ve bu da bizi, kendimize başkalarının bakış açısından bakmaya teşvik ederek  sadece kendi menfaatimizi düşünerek hareket etmekten alıkoyar.9 Naomi Head’in belirttiğine göre Adam Smith, Rousseau, Hannah Arendt ve Martha Nussbaoum gibi Batılı düşünürlerin söylemlerinde empatiye dair felsefi bir zenginlik olmasına rağmen Uluslararası İlişkiler Teorileri’nde empati, pek  alaka görmemiştir.10

Empati eylemini zorlu, ancak gerekli bir arayış haline getiren, bilinmeyen mekanlarda bulunan bilinmeyenin tahayyül edilmesidir. Kendimizi, tecrübelerimizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi bilinmeyen, anlaşılmak için çok yalın ve çıplak olan bir hayata ve peyzaja nasıl taşıyabiliriz? İsimsizlere hangi isimleri, sessizlere hangi sesi vermeliyiz ve kabirdekilere hangi hayatı vermeliyiz? Bazen hayal etmede, hayal etmeyi denemede, hatta bazen hayal edilemeyeni hayal etmeyi denemede şekillenmeye başlar empati. Bu Viktor Frankl’ın Auschwitz’den Dachau’ya yaptığı bir yolculukta, mahkumların sevinciyle ifade edilen rahatlamanın yoğunluğuyla, derin melankolik ve korku uyandıran şeyleri yan yana koyduğu bir anlatımda görülebilir. Viktor Frankl, tecrübesinin fevkalade benzersiz doğasını vurgulamakta tartışmasız bir kabiliyete sahiptir:

“Örneğin Auschwitz’den Dachau’ya bağlı olan kampa gidişimizi ele alalım. Hepimiz sevkiyatın Mauthausen Kampı’na yapılmasından korkuyorduk. Deneyimli yol arkadaşlarımızın ifadesine göre, Mauthausen’e gitmek için trenin geçmesi gereken Tuna Nehri üzerindeki köprüye yaklaştıkça, yaşadığımız gerilim de giderek tırmanıyordu. Benzer bir şey yaşamayanlar, trenin bu köprüden geçmek yerine “sadece” Dachau’ya yöneldiğini gören tutukluların vagonda yaptıkları sevinç danslarını belki de hayal bile edemez.”11

Christina Twomey’in 1904-13 yılları arasında Kongo’daki vahşeti belgeleyen bir dizi fotoğraf üzerine yaptığı tahlil, bu çalışmanın bağlamı açısından oldukça aydınlatıcı niteliktedir. 1904’de Belçikalı Kral Leopord’un Bağımsız Kongo Devleti’nde çalışan Hıristiyan misyonerler tarafından bir dizi fotoğrafı çekilmişti. Fotoğraflar Kongolu insanlara karşı uygulanan sakatlama, kırbaçlama ve zincire vurmak gibi vahşice uygulamalar  gösteriyordu. Bu dönemde Kongo’da köylülerin, Belçika Şirketleri için belirli sayıda kauçuk toplaması gerekiyordu. Hedeflere ulaşılmaması köy halkı için işkence ve hatta katliam ile dahi sonuçlanabiliyordu. İngiliz merkezli Kongo Reform Müessesesi (1904-13) tarafından, sempatizanlar tarafından yazılmış olan kitaplardan toplanan fotoğraflar kullanılarak, bu vahşetin sona ermesi için bir kampanya başlatıldı.

Müessese’nin kampanyasının hedeflerine ulaşması yönünde tesirli olacak olan fotoğraflardan biri misyoner Alice Seeley Harris tarafından, Kongo Balolo Misyonu’nu yürütürken çekilmişti. Fotoğraf, Nsala isimli bir adamın Bayan Harris’in misyonerlik görev yerine kızının eli ve ayağını yaprak parçalarına sarmış şekilde gelmesi ile alakalıdır. Bekçilerin, köyünün kauçuk toplama hedefine ulaşamamasına bir ceza olarak nöbetçilerin kızı yemesinin ardından sadece eli ve ayağı kalmıştı. Fotoğraflar, mağdurların tecrübelerini doğrulamak açısından önemli idi.

Fotoğrafta bulunan koparılmış bir el ve ayak ile birlikte sarsıcı ve rahatsız edici olan bir diğer şey ise kızından kalanlara bakan babanın ıstırabıydı. Nsala kızından geriye kalanları Alice ve onun çalışma arkadaşı olan Edgar Stannard’a vahşeti doğrulamaları için getirmişti. Stannard’ın cevabı, tam olarak ‘hikayeleştirmeden’12 ve empatinin aktif olarak bir durumu değiştirmedeki hayati rolünden bahsediyordu: “Baktıkça kendimizi hasta hissediyor ve masum küçük çocuğu düşünüyorduk; onu kısa bir süre önce koşar halde hayal ediyorduk. Kederli babanın hislerini az da olsa paylaşmaya çalıştık.”

Twomey Alice’in kendi kaybının yüksek bir empati anlayışını tetiklemiş olabileceğini düşünüyor. Kendi kaybını tekrar yaşıyor olabilir, 1901’de İngiltere’de iken bir kızı olmuştu, Margaret. Afrika’ya 1902’de döndüğünde sekiz aylık kızını İngiltere’de bıraktı.13 Kızından geçici olarak ayrılması onun empati göstermesini tetiklemiş olabilir mi? Bundan emin olmak zor, ancak babaya karşı suçluluk duygusu ve kendi çocukları için minnettarlığın böyle bir ortamda muhtemel duygular olduğu tahmin edilebilir. Yani, kişi bir başkasının kaybını kendi şahsi trajedisi veya hayat tecrübesi ile ilişkilendirebilir. İkincisi, empatik söylemin merkezindedir.

Bakış Açısı-Alış Olarak Empati

Bir kişinin hayatının koşullarını oluşturan bağlam ve faktörleri veya bir durumda neler ‘hissettiğini’ tam anlamıyla anlayamayacak olsak ta, kendi acziyetimizi, (hatıralardan hareketle) benzer bir anda neler hissetmiş olabileceğimizi düşünerek kendimize dönük kritik bir düşünce ile bir anlayışa varmamız mümkündür. Empatinin tarihteki bir zamanın veya cinsiyetin değerini, ortamını ve koşullarını taklit etmesi gerekmez, o varoluşsaldır; ‘başkası için hissetmek’, bizim ‘benlik’ yapımıza katkıda bulunur. Müslüman başkalarıyla konuştuğunda, muhatabına empatik değerlendirmelerini yansıtabilmelidir. Anneler annelik endişeleri üzerinden ‘hissedebilirler’, babalar da babalığın neşesini ve zorluklarını anlayabilirler. Toplumdaki insanlar sokak suçları, ev kiraları, üniversite ücretleri, emeklilik ve yalnızlık gibi toplumsal endişeler ile aralarında bir ilişki kurabilirler.

Empati, başka bir kişinin duygularını mutluluğunda veya üzüntülü anlarında paylaşabilme kabiliyetidir. Bu, bakış açısı alınarak aynı veya benzer bir durumda olunan bir zamanı hatırlayarak yapılabilir. Yaşanan tecrübenin nasıl bir his uyandırdığını bilir ve diğer kişinin neler hissettiğini anlayabiliriz. Bu tür bir bilişsel işlem güçlü muhabbet, sempati gibi güçlü duyguları ve insanlar arası birçok ilişkiyi ortaya çıkarabilir. Başkaları hakkında bildiklerimiz ve onlara yakınlığımız üzerinden de karşımızdakinin duygularıyla kendimizi bağdaştırabiliriz. Bu durum, aşağıdaki hadîste güzelce misallendirilmiştir:

“Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: ‘Bu köpük de benim gibi susamış.’ deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti.” Resûlullah’ın yanındakilerden bazıları: “Ey Allah’ın Resûlü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi var?” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet! Her ‘yaş ciğer’ (canlı) için bir ücret vardır.” buyurdu.”14

Hz. Peygamber (s.a.v) insanların başkaları için empati sahibi olmasını önemsiyordu. Yani bakış açısı-almayı, farklı durumlarda insanların neler hissettiğini anlamayı önemsiyordu. Gelenek bu anlamda öğretici niteliktedir. Gelenek bize insanların duygularında, hassasiyetlerinde ve yönelimlerinde, birçok seviyede ve özellikle ‘kendi’ne ilişkin konularda benzer olduğunu hatırlatıyor. Bu gelenekte kendi ve ötekine dair mutlak ikiliklere bir meydan okuma var, gelenek kendi ve ötekini ‘insanlar’ ve ‘onların anneler/kızları/kardeşleri..’ olarak bir birliktelik içinde konumlandırıyor. Birliktelik çerçevesi ve bakış açısı-almanın bir örneğini, aşağıdaki hadîste görebiliriz:

Bir genç, Hz. Peygamber’in (s.a.v) huzuruna gelerek: “Ey Allah’ın elçisi, bana zina etmek için izin ver” dedi. Orada hazır bulunan bazı sahabe, gencin bu ifadelerini İslâm terbiyesine aykırı görerek : “Sus! Sus!” diye genci azarlayıp üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber son derece sâkin bir şekilde o gence: “Yanıma gel otur” diye yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı: “Söyle bakayım; bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” diye sordu. Genç: “Yoluna feda olayım, hayır, kesinlikle istemem” dedi. Peygamberimiz: “Zaten hiç kimse annelerine böyle bir şey yapılmasını istemez” buyurdu. Hz. Peygamber sorusuna devamla: “Bir başkasının senin kızınla zina etmesine razı olur musun?” diye sordu. Genç yine: “Hayır, uğrunda öleyim ey Allah’ın elçisi, razı olmam” dedi. Hz. Peygamber: “Öyleyse hiç kimse kızlarıyla zina edilmesine razı olmaz” buyurduktan sonra, kız kardeşiyle, halasıyla ve teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç hep: “Yoluna feda olayım, hayır, istemem diye cevap veriyordu. Artık hatasını anladığını görünce Hz. Peygamber elini bu gencin omuzuna koyarak: “Allah’ım! Bunun günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını günah işlemekten koru!” diye dua etti. Hadisi rivayet eden sahabinin söylediğine göre, o genç böyle şeylerle bir daha hiç iltifat etmedi (bakmadı).”15

Bir diğer hadîste Hz. Peygamber (s.a.v) ona “Öyleyse Allah’ın nefret (buğz) ettiğinden nefret et ve kendin için sevdiğini kardeşin için de sev.”16 buyurmuştur.

Aramızdaki bağlılığı reddettiğimiz zaman hem kendi insanlığımızı hem diğerlerinin insanlığını reddetme sürecine girmiş oluruz. Böyle bir noktaya varmak başka bir kişiye karşı yapılacak bir hak ihlalini daha da mümkün kılar.

Aynı mesajı taşıyan, empatik eylemin önemi ile bağ kuran diğer hadîsler de mevcuttur. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur,

“Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz.”17

“Kul kendi nefsi için sevdiği hayrı insanlar için de sevmedikçe, imanın hakikatine erişemez.”18

Yukarıdaki hadiste Hz. Peygamber ‘kardeş’ yerine ‘insan’ kelimesini kullanmıştır ve bu şekilde başka hadisler de mevcuttur. Birçok alim “kardeş” kelimesini evrensel bir kardeşliğe işaret ettiği yönünde yorumlamışlardır. İmam Nevevi, örneğin, bu gelenek üzerine yorumda bulunurken bir Müslümanın insanlık kardeşliğinde —Müslümanlar ve gayrimüslimler için— İslam’ı paylaşma hususunda nasıl bir dini sevgiye sahip olacağını vurguluyor:

“Bu, genel anlamda bir kardeşlik olarak yorumlanmıştır, öyle ki hem gayrimüslimi hem de Müslüman’ı ihtiva eder. Öyleyse tıpkı kendisinin İslam’da kalmayı sevmesi gibi kendi için sevdiğini kardeşi, gayrimüslim için de sevmeli yani onun İslam’a girmesini sevmelidir. Bundan ötürü gayrimüslimin hidayeti için dua etmek tavsiye edilir. Buradaki sevgi iyilik ve menfaat niyetiyledir, yani sadece insan olmaktan değil, mümin olmaktan kaynaklanan bir sevgidir.”19

Başkalarına karşı kapsayıcı bir empatiyi benimsemek ile aslen bağlı olan sempati, halden anlama gibi duygular İslam geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Empati çok mühim bir İslami tavırdır. Bir başkasının hayat tecrübelerini ve dolayısıyla motivasyonlarını anlamak bize bir başkasının düşünce biçimi, güvensizlik duyguları, korkuları ve zevkleri hakkında bir açıklık kazandırır. Bazen kendi korkularımız, önyargılarımız ve endişelerimiz sebebiyle gerçek anlamda empati gösteremiyoruz. Bazen ‘şahit empatisi’ gösteriyoruz, kendi kırılganlıklarımızın bilincinde olduğumuz ve başkasının gördüğü zararı ve acıyı hafifletmenin çaresini aradığımız bir empati.

Yemin olsun kuşluk vaktine

Bu, Duhâ Sûresi’nde, Hz. Peygamber’in (s.a.v) vahyin altı ay gecikmesi üzerine huzursuzluk halinin ardından gelen umut verici ayetlerde çok güzel bir şekilde gösterilmiştir. Sûre, Allah’ın ona bahşettiklerini hatırlatarak ve daha iyi bir gelecek vadederek Hz. Peygamber’i (s.a.v) teskin ediyor. Bu sûre ile ilgili bahsimize devam etmeden önce bu sûrenin, kaygılarla, muğlaklıklarla ve depresyonla etrafı sarılan bizler dahil bütün insanlar için alakasını hatırlayalım. Biz Müslümanlar olarak vizyonumuz, karşılaştığımız insanlarla Kur’anî mesajın [hayatımızla] derin ilişkisini göstermektir. Kur’an, özü gereği insan ile alakalıdır ve biz kendimize hitap etmeden evvel bize ve muhatabımıza hitap eder / seslenir.

“Yemin olsun, kuşluk vaktine;

Kararıp sakinleştiğinde geceye ki;

Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.”20

 

Hz. Peygamber’e (s.a.v) Allah’ın ona yardım ettiğini, barındırdığını ve ihtiyaçlarını karşıladığını hatırlattıktan sonra ayetler, başkalarına karşı nasıl davranılması gerektiğini açıklayarak devam ediyor:

 

“O seni yetim bulup barındırmadı mı?

Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi?

Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?

O halde sakın yetimi ezme!

El açıp isteyeni de sakın boş çevirme!

Rabbinin lütuflarını şükranla an.”21

 

Yukarıdaki ayetlerdeki empati, Hz. Peygamber’in (s.a.v) genç bir adam olarak tecrübe ettikleriyle alakalıdır. Fakirlik ve/veya yalnızlık durumu başka insanların nasıl algılanması ve onlara nasıl davranması gerektiğiyle alakalı bir şekilde anlaşılabilir ve bize başkalarıyla aramızdaki ilişkilerde duygusal ve bilişsel bir kavrayış üzere olmanın önemini öğretir.

İbn Kesîr, Hz. Peygamber’e (s.a.v) yöneltilen ihtarları, başkalarına muamelede bulunurken, Hz. Peygamber’in (s.a.v) genç bir adam olarak yaşadığı tecrübeleri hatırlayarak, bu tecrübelerle irtibat kurularak davranılması gerektiğine dair bir öğreti olarak açıklar:

İbn Kesîr “O halde sakın yetimi ezme!” ayeti için “yetim olduğun zamanı hatırla” yorumunda bulunuyor.

“El açıp isteyeni de sakın boş çevirme!” ayeti için “fakir olduğun zamanı hatırla” ve “yetim için merhametli bir baba gibi ol.” Katâde ise bu ayetin “fakirlere merhamet ve hilm ile muamele etmek”22 anlamına geldiğini ifade etmiştir.

Empati yaklaşımı temelinde iletişimi teşvik etmek için yapabileceğimiz birçok şey var. Yapılması gereken, dünyayı başka bir insanın bakış açısından görmeye çalışmak. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Ben namazı uzatmak niyetiyle namaza başlarım, ancak o esnâda bir çocuk ağlaması işitirim, onun ağlamasından annesinin hissedeceği üzüntünün şiddetini bildiğim için hemen namazı kısaltır, hafifletirim.”23 Hz. Peygamber (s.a.v) başkalarının ihtiyaçlarının bilincindeydi ve bir anne ve çocuğun dünyasını, içinde bulundukları durumda onları rahatsız edecek şeyle alakalı olarak anlayabiliyordu. Başka bir kişinin işitilebilir olan sıkıntısı, Hz. Peygamber’de (s.a.v) hem annenin hem de çocuğun sıkıntısını hafifletmeye çalışan bir tür şâhit empatisi24 ortaya çıkardı. İkinci durum bir kişinin size soğuk bir günde sıcak bir içecek ısmarlamasına, aç olduğunuzda size yiyecek bir şeyler almasına veya kendinizi üzgün hissettiğiniz bir günde teselli etmesine benzer. Bir başkasının iyiliğine muhatab olan bizler, her daim iyilik yapanın iyiliğinin ardındaki motivasyonun ve niyetin farkında olamayız fakat onun eyleminin, tam o anda hissetmiş olduğumuz şeyle bir örtüşme içinde olduğunu hissederiz. Başkasının bizde ne gördüğü bizim için her zaman malum değildir, fakat dile getirilmeyen hislerin o andaki karşılıklı alışverişi dönüştürücü nitelikte olabilir. Empati birbirini görmek, hissetmektir.

Empati sahibi olmak için kişi, öncelikle yargılayıcı olmamalı ve karşısındakine kim olduğundan daha önce ‘’bir insan’’olarak bakmalıdır. Herkesin kendi açısından, kendi hesabı üzere değerli olduğu hatırlanmalıdır ve insanları bu şekilde ele almak çok önemlidir. Bazen, kişinin hayat tecrübesine bağlı olarak ayrımcılığa maruz kalmış olabilir, yani onların insanlığı sorgulanmış veya reddedilmiş olabilir. Eğer bir kişi peşin hükümlü / yargılayıcı ise ve başkalarını ‘öteki’ olarak kalıplaştırıyorsa, o kişiyi onun bakış açısından veya hayat tecrübeleri üzerinden anlaması veya onun hissettiklerini hissetmesi pek mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.v) her kişiye şahsi bir alaka göstermiştir; öyle ki yakınındaki sahabiler Hz. Peygamber’in (s.a.v) yanındayken kendilerini çok önemli hissettiklerini ifade etmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) başkalarının yanında olsa bile iletişim kurduğu kişiyi aralarında en çok dikkat ettiği kişi olarak hissettiriyordu. Hz. Peygamber’in (s.a.v) Medine’ye çıplak ayakla, mahrumiyet içerisinde giren insanları gördükten sonra onlara acilen ve empatiyle yaklaşmasını gösteren güzel bir örnek aşağıdaki rivayette anlatılmıştır:

“Münzir Bin Cerîr (r.a) (babası Cerîr Bin Abdullah’tan naklen) anlatıyor: Gündüzün başında Resûlullah’la birlikteydik. Yalın ayak, çıplak, yünden yırtık elbiseleri olan ve kılıçları boyunlarına asılı bir topluluk geldi. Çoğunluğu hatta hepsi Mudar kabilesindendi. Resûlullah onların fakir hallerini görünce yüzünün şekli değişti. Odasına girdi, sonra çıktı. Bilâl’e ezan okuyup kamet getirmesini söyledi. Namaz kıldı ve şöyle hitabede bulundu: “Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan Allah’tan korkunuz… Allah sizi gözetmektedir.”(4/1) âyetini sonuna kadar okudu. Sonra Haşir suresindeki “Allah’tan korkunuz her nefis yarın için önceden ne gönderdiğine baksın. Allahtan korkunuz.”(59/18) âyetini okudu. Sonra insanlar dinarından, dirheminden, elbisesinden, arpasından bir sa’, hurmasından bir sa’- hatta şöyle dedi-bir hurmanın yarısı olsa bile tasaddukta bulundu. Cerîr dedi ki: Ensar’dan bir adam avucuna sığmayacak kadar (içinde altın olan) bir kese getirdi. Sonra insanlar öyle getirmeye devam ettiler, hatta yiyecek ve elbiselerden iki yığın oluştu. Resûlullah’ın yüzünün parıldadığını gördüm. Sanki altın gibiydi. Resûlullah sonra dedi ki: “Kim İslam’da güzel bir sünnet edinirse mükâfatı ona verilir. Sonraki amel edenlerin de verilecek ücretleri noksanlaşmadan ücreti ona verilir. Kim de kötü âdet edinirse günahı ona verilir. Sonradan günah işleyenlerin günahları da eksiltilmeden ona verilir.”25

Farklı şartlara ve farklı durumlara göre ‘ötekileştirilen’ insanlar, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından önemsenmiş ve onlarla ilgilenilmişti. Gördüklerinden rahatsız olan Hz. Peygamber’in (s.a.v) yüzünün şekli değişmiş, rahatsızlığı ve sempatisi mübarek çehrelerine yansımıştı. Gördüklerinden etkilenmekle kalmayıp Müslümanları, onlara sergilemeleri gereken empatiye şahit olmak için çağırmıştı. Söylemeyi tercih ettiği ayet de açıklayıcı niteliktedir —Allah’ın bizi tek bir nefisten yarattığını hatırlatır. Hepimiz aynıyız ve kökenimiz birdir. Hz. Peygamber (s.a.v) Arafat’da şöyle açıklıyor: “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır.”26  Sahabilerin müşfik bir şekilde karşılık vermeleri rahatlatıcı nitelikteydi ve bu sahneye şahit olan Hz. Peygamber’in bundan hoşlanması üzerine (s.a.v) “yüzünün parladığı” görülmüştü.

Öteki için hissetmek

Empati, aynı zamanda, bir başkasının hislerini anladığımızı ona hissettirmektir. Bir başkasının sizin hislerinizi anlaması ve rahatsızlığınızın veya sıkıntınızın dinlenmeye değer olduğunu hissetmeniz size ferahlık verir. Yaşadığı kişisel bir olayı, trajediyi anlatan veya iyi bir haberi paylaşan biri ile konuşurken ona moral vermek veya yaşadığı zorlukları veya sevinçlerini paylaşmak zaman alan bir süreç. Bu tür durumlarda onları ve içinde bulundukları durumun önemini ifade etmek için “görünüşe bakılırsa çok zor bir süreçten geçtin. Bana biraz daha bahsedebilir misin? / Nasıl üstesinden geldin?” gibi ifadeler kullanılabilir. Sevinç verici veya üzücü bir durumla alakalı “Bana biraz daha bahsedebilir misin” gibi bir ifade kullanmak o kişiye önem verdiğimizi göstermeye yeter. Bu da sizin ona vereceğiniz tavsiyeleri, izahatları ve kelimeleri daha kabul görür ve makbul hale getiriyor.

Empatiyi en çok hatıra getiren şeyler en belirsiz hallerde ortaya çıkar. Artık geri dönüş olmadığının farkına varılması veya bir muhalefet eylemi sırasında insanlar bu durumlarda dahi beklenmedik davranış biçimlerine meyledebilirler. Bunlar içinde bulundukları bağlam ve özveri itibariyle alışılmamış olarak görülebilirler. Bir başkasının acısını ‘paylaşmak’, o acının nasıl bir şey olduğunu ‘tahayyül etmek’, Rossbacher’ın tarifiyle, empatinin temelidir.

Tzvetan Todorov, Holokost (Yahûdî Katliamı) mağdurlarından ölümle yüz yüze gelen ve ‘sonraki’ ölümlerini, diğerleriyle birlikte ölerek daha erkene almayı tercih edenleri örnek olarak anlatmakta. Todorov, Auschwitz’de doğum yapan bir annenin anlatıldığı J. Kosciuszkowa hadisesini anlatıyor. Kadın, bebeği beş ay boyunca saklamış olmasına rağmen, bulunduğunda ve ondan alındığında, bebeğiyle beraber gitmeyi tercih ediyor, “oğlunu göğüslerinde kavrayarak gaz odalarına taşıdı.”27

Todorov’un bahsettiği bir diğer hadise ise kocası gaz odaları için seçilmiş olan bir Hollandalı kadının, kocası ile beraber gitmeyi tercih etmesi ile alakalı.28 Empatiyi yorumlayışımız, empatinin gerçekleşmesi, anlamlılığı ve tesiri farklı durumlara dayalı olarak değişiklik gösterir. Kuzey Afrika’daki Nazi hakimiyeti sırasında saklanmak zorunda kalan bir Yahûdî olan David Guez, Holokost süreci boyunca Arap Müslümanlar tarafından gösterilen cesur tavır üzerine yorumda bulunuyor. Onunla fazladan bir somun ekmeği paylaşan bir Arap Beyefendi’den bahsederken şunları ifade ediyor: “bazen bizim için en büyük farkı ortaya koyan, fazladan bir somun ekmekti.”29

Empati, Rossbacher’in de yorumladığı üzere bir tebessüm kadar basit olabilir — gerçi bir tebessümün sembolünü toplumsal açıdan reddedecek belirsiz bir anda bir tebessüm, derin bir empati kurmadır. Yabancılaştırma ve ötekileştirmenin, hatta kitlesel acıların ve soykırımların bağlamında bir tebessüm kadar basit bir şeyin ne kadar önemli olduğu Papaz Andre Trocme’nin olağanüstü kurtarma girişiminde görülüyor. 1942’de, Fransa’da Yahûdî Tehciri başladığı sırada Le Chambon köyünde, Papaz Andre Trocme ve eşi Mahda toplama kamplarından kaçan Yahûdîler’e yardım etme yönünde daha da düşünceli hale geliyorlardı. Papaz idaresindeki diğer bölgelerle birlikte Trocme’nin bölgesi de kendi topluluklarını Yahûdîler’e koruma sağlama ve şehirlerini sığınma şehirleri haline getirme yönünde cesaretlendirdi. Yahûdîlerin saklanabilecekleri “güvenli evler” ayarladılar ve Yahûdî çocuklarını sahte kimlikler ile şehrin okullarına kaydettiler. Böylece birçok sığınmacının bir yeraltı demiryolu ağı ile İsviçre’ye kaçmasına yardım edilmiş oldu. Aşağıdaki örnekte bir sığınmacının Andre Trocme’yi tarif edişi bize insan ilişkilerinde empati talebini tanımlamakta yardımcı oluyor. Empatinin tesirleri dönüştürücü ve kalıcı olabilir.

“Bir diğer sığınmacı, [Trocme’nin] nasıl biri olduğunu sorduğumda şöyle cevapladı: “O bir tebessüm… o tebessüm…. O adamın tebesümü, o gülümseme.. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu, sadece ‘Ça va? (Hayat nasıl gidiyor?)’ demesi yeterliydi.” Bir diğeri papazın evine vardıklarında, onu kollarının arasına alıp her türlü fenalığa karşı onu koruyacak hissini uyandırarak, muazzam bir sıcaklıkla karşılandığını ifade etti. Onunla tanıştıktan birkaç dakika sonra Trocme ona borç vermeyi teklif etti, fakat onun ihtiyacı yoktu. Bir süre sonra Trocme’nin de hiç parası olmadığını öğrendi.”30

Sığınmacı, şefkatli bir davranışın sonucunu tahayyül eder ve tanımda ikili arasındaki bağ, karmaşık bir ilişkinin değil sadece jestler ve semboller aracılığıyla tanımlanan bir ilişkinin ürünüdür. Sığınmacı için Trocme bir simge, kurtarıcıya benzer bir kişi ve [şefkatin] bir tecessüm[ü] haline gelir. Öteki, Trocme’nin kendi üzerindeki empatisini bir tebessümde, bir ifadede ve hayali bir dokunuşta görür. Todorov bunu ‘bazen bir bakış yeterli oluyordu’ ifadesiyle açıklamaktadır.

David Rodman, Polonya’da zorla çalıştırılmak üzere kampa doğru ilerleyen bir konvoyda iken bir gencin onları görmeye gelmesini ve onlara “derin bir hüzün ve merhamet ifadesine sahip asil bir yüz” ile baktı.. nerede durduğunu hatırlıyorum. Genç adamın yüzündeki ıstırabı, gömleğinin rengini hala görebiliyorum… Ben acı çektiğimden ötürü benim için hisseden ve beni önemseyen birini görmek beni etkilemişti.”31 Bu örnekler bir başka kişinin nasıl hissettiğini tahayyül etmekten doğar ve bir kişi insanlar arası ilişkilerin karmaşıklığını tam anlamıyla çözemez, özellikle bu gibi belirsiz anlarda. Hiçbir insan ilişkisi basit değildir ve “hiçbir anlam niceliği, ne kadar samimice yüklenilmiş olsun, her bir karşılaşmanın öznel niteliğini geçersiz kılamaz.”32

Timothy Snyder ‘The Rightous Few’ [Erdemli Azınlık] başlıklı bölümünde Yahûdîler’in katliamdan kurtarılışını hissî ve toplumsal bir dönüşüm olarak tarif ederken başlangıçtaki belirsizlik ve yabancılaşmayı “gri alanda karşılaşmalar”, ve basit anlamda öteki ile karşılaşmayı ise “siyah alanda karşılaşmalar” olarak tanımlar. Kendini feda etme yönündeki bu isteklilik, Snyder’a göre, aynı durumda olsalardı kendi hayatlarının nasıl bir durumda olacağı veya daha ötesi, mağdurların hayatlarının durumları değiştiği takdirde nasıl olacağı hakkında bir zihnî hikayeleştirmeden kaynaklanır. Bu, empatidir. Snyder’in açıklarken atıfta bulunduğu gibi sadece başka biri olmanın ne anlama geldiği değil, aynı zamanda kişinin kendi noksanlığını hissetmesi, başkası üzerinden kendi savunmasızlığının farkına varmasıdır: “Kendine dair olan risk; sevgi, evlilik, çocuklar, barış gelene kadar ve daha güzel bir gelecek için savaşa karşı direnmek ile dengelenmişti.”33

Snyder, Volhynia’da, Nowograd-Wolyńsk’de Yahûdî bir kıza rastlayan Ukraynalı yaşlı bir çift olan Marko ve Oksana Verbievka’dan bir örnek aktarıyor. Ailesinin de öldürüldüğü bir saldırıdan sağ kurtulan kız, sonrasında tarafından istismara uğrayacağı bir kadının yanına sığınıyor. Nihayetinde yaşlı bir çift kızı yanlarına alıyorlar ve çektiği sıkıntıları işitince duygularını paylaşarak ağlıyorlar. Oksana, “Üzülme küçük çocuk, bunların hepsini unut; bizim kızımız olacaksın, başka çocuğumuz yok, her şey senin olacak.” diyerek onu rahatlatıyor. Bir süre sonra Oksana bir uyarıda bulunuyor “Ama bizi daha sonra terk etmeyeceksin, değil mi?”34 Bu karşılaşma iki tarafta da, küçük kızda ve çiftte, bir keder hissi meydana getiriyor. Küçük kızın güvenliğini sağlamak için hareket eden çiftin empatisi, çocuksuz bir geçmişin hatıralarından ve belki de kızın gençliğinin, kendi yaşlanmalarıyla karşılaşması yoluyla ortaya çıkıyor. “Bizim kızımız olacaksın” ifadesi çiftin empatisini teşvik eden unsuru yansıtıyor; kız, çiftlikte onlara yardım etmek için kullanılabilir. Çift ile kızın karşılaşması, çiftin kendi acziyetiyle alakalı hikayeleştirmeleri hakkında bize çok şey söylüyor. Kızı, sahip olamadıkları bir çocukla eş tutarak onunla empati kuruyorlar ve böylece kızın çektiği sıkıntılar ‘kendi çocuklarının’ çekeceği sıkıntılar yerine geçiyor.

Hikayeleştirme Olarak Empati

Empati, hayali bir hikayeleştirmedir ve bu hikayenin karakterleri kişinin kendisi olabilir. Hikayeleştirme kişinin kendi  tuvali (zihnindeki resim) üzerinden anlatılır. Eğer yeniden-insanlaştırmak empati yeteneğini gerektiriyorsa, kendi fiziksel ve duygusal varlığımızda fark ettiğimiz iyi hallerin, diğer insanlarda da var olduğu düşünülmelidir.

Basit davranışların ve ifadelerin insanların hayatları üzerinde dönüştürücü bir etkisi olduğunu ve onların Allah’a yaklaşmasına vesile olduğunu gösteren en iyi örnek Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. O (s.a.v) bize davetin, bizim benliğimizin tamamı olduğunu öğretmiştir. İyi söylenen sözler kalıcı etki bırakabilir. Bir şeyin ‘nasıl’ söylendiği, çoğu kez, söylenen şeyin kendisinden daha önemlidir.

Mekke’nin fethinden sonra Mekkelilerden biri olan Fedâle bin Umeyr, İslam’ı zahiren (görüntüde) kabul etmiş olsa da intikama almak istiyordu ve Hz. Muhammed’ (s.a.v)i suikast ile öldürmek üzere and içmişti. Hz. Peygamber (s.a.v) tavafta iken Fedâle, kılıcını elbisesinin altına gizlemiş, alçakça eylemini gerçekleştirmek için hazırlanıyordu. Bir anda kendisini Hz. Peygamber’in (s.a.v) yanında buldu. Hz. Peygamber (s.a.v) Fedâle’ye baktı ve sordu, “İçinden ne geçiriyor, ne düşünüyorsun?” Fedâle kestirip atarcasına Allah’ı anmakla meşgul olduğunu söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v) tebessüm ile elini Fedâle’nin göğsüne koyarak, “Allah’tan af ve mağfiret dile” dedi. Fedâle daha sonra bu olay hakkında “O anda benim için dünyanın en sevimli insanı oldu.” ifadesini kullanmıştır.35

[İyi] bir intiba bırakmanın ve tutarlı bir karakter izlenimi vermenin önemini (ehemmiyetini) şu hadisede de görüyoruz: Hz. Peygamber (s.a.v), Ebu Bekir (r.a.) kendisine hakaret eden bir kişiye cevap vermekten imtina edince Peygamberimiz onun bu tavrına sabırla tahammül gösterip tebessüm etti. Fakat Hz. Ebu Bekir (r.a) daha sonra o kişiye benzer şekilde karşılık vermek isteyince Hz. Peyhamber (s.a.v) hiddetlenerek orayı terk etti. Hz. Peygamber (s.a.v) daha sonra bu durumu şöyle açıklamıştır: “Gökten bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip hakkını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!”36

Burada Müslümanlar için büyük bir ders var. Bazen insanlar Müslümanlara, medyanın onları hazırladığı şekilde tepki gösteriyor —korku ve cahillik ile. Peçeli kadınların resimleri, sarsıcı başlıklar, göç hikayeleri, savaş, çatışma, münferit kötü davranışlarla alakalı anlatılar medya tarafından yüksek sesle dile getiriliyor ve insanların başkalarını algılaması yönünde ciddi bir etki oluşturuyor. Bunun gibi Kureyş’in Mekkelileri de Hz. Peygamber’e (s.a.v) ve ashabına karşı düzenlenen iftira kampanyalarını coşturmakla/abartmakla ilgileniyorlardı fakat Hz. Peygamber (s.a.v), müminlere bu tür hasmane ortamlarda dahi İslam’a davet hususunda gayelerinden şaşmamaları gerektiğini öğretmekte ısrarcıydı.

Bu tür ortamlarda vaziyeti kurtarmak önemli olabilir; fakat bir diğer nokta ise söz veya şahsiyet ile İslam hakkında güzel bir mesaj bırakmaktır. Ebu Bekir (r.a) örneğinde şeytanın, biz bir iyilik için yola çıktığımızda bizi raydan saptırarak bize hakaret eden kişinin seviyesine düşürmeye daima hevesli olduğunu görüyoruz. Eylemlerimiz ve davranışlarımız dînî güzel ahlak esasları tarafından yönlendirilmelidir.

Allah’ın Kur’an’da tarif ettiği gibi, — “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”37, “Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin.”38— Hz. Peygamber (s.a.v), hakarete ve saldırıya uğradığında tahammül gösterir ve asil bir duruş sergilerdi. Fussilet Sûresi’nin ayetleri, Tek İlah inancı merkezli bir bütüncül bir mesaja muhatab olmamış insanların, hesap günü bilinciyle yaşanan bir hayata geçişlerini, başkalarına karşı davranışlarda büyük bir karakter örneği gösterme vurgusuyla belirtmiştir:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!”39

Hz. Peygamber (s.a.v) namazları uzatma, hayvanlara fazla yük yükleme ve onlara ıstırap verme hususunda ashabına karşı, onların bunlardan kaçınması üzerine çok titizdi. Hz. Peygamber (s.a.v) Çok zayıf kalan bir deveyi görünce gözlerinden yaşlar geldi ve elini devenin başına koyarak onu sakinleştirdi ve yanındaki sahabeye şunu dedi: “Sana verdiği şu deve hakkında Allah”tan korkmuyor musun? Bu hayvan bana, senin onu hem aç bıraktığını hem de onu yorduğunu şikâyet etti!”40 İnsanların açlıktan ötürü ıstırap çekmesi, temel ihtiyaçlarını karşılayamaması ve hayatları boyunca sıkıntılar çekmeleri Hz. Peygamber’i (s.a.v) çok üzüyordu. Allah, Kur’an’da O’nu (s.a.v) şöyle anlatıyor:

“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.”41

Hz. Peygamber (s.a.v) Taif’e doğru, oradaki insanların İslam’ın mesajını kabul edecekleri umuduyla yola çıktığı zaman, Mekke’de gerçekleşen, Hz. Peygamber’i (s.a.v) ‘deli’, ‘sihirbaz’, ‘büyülenmiş’ gibi ifadelerle yaftalama süreci, Taif’deki insanların tavrını etkilemişti. Onu taşladılar, onunla alay ettiler ve ona küfürler savurdular. Peygamberlik görevinin bu yol ayrımında, onun gösterdiği muhteşem tahammül ve sabır üzerine tefekkür ediyoruz:

Aişe (r.a) aktarıyor: Bir gün Hz. Peygamber’e (s.a.v), “Uhud Savaşı’ndan daha çetin bir gün gördün mü?” diye sordum. Buyurdu ki: “Evet, senin kavminden çekmediğim cefa görmediğim eza kalmadı. En ağırı da onların bana Akabe günü yaptıklarıdır. Taifli Abduyâlîl’in oğlu olan Abdukulâl’in oğluna kendimi takdim edip bana yardımcı olmalarını rica ettiğim zaman isteğimi kabul etmemiş ve reddetmişlerdi. Ben de mahzun bir şekilde Mekke’ye geri dönüyordum. Ancak Karnu’s-seâlib mevkiine varınca kendime gelmeye başladım. Başımı semaya doğru kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini fark ettim. Dikkatli bir şekilde bakınca, bir de ne göreyim bulutun içinde Cebrail aleyhisselâm var. Bana şöyle seslendi: “Her şeyi duyan ve bilen Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana ettikleri çirkin işleri işitti ve gördü de, onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana Dağlar Meleği’ni gönderdi.” Az sonra bu melek bana seslenip selam verdi. Sonra da: “Ey Muhammed! Allah, kavminin sana söylediklerini işitmiştir. Ben dağlara nezaret eden meleğim. Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni sana gönderdi. Şimdi ne dilersen dile. Eğer onların üzerlerine iki dağı kapamamı dilersen emret hemen kapayıvereyim!” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Hayır! Ben onların helak olmalarını değil; bilakis, Allah’ın, onların nesillerinden, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak muvahhid kimseler çıkarmasını ümit ederim.”42

Hz. Peygamber’in (s.a.v) ismini itibarsızlaştırarak ötekileştirmek isteyenlere karşı gösterdiği güzel tepki, aşağıdaki hadiste gösteriliyor:

“Tebbet Sûresi’nin nâzil olduğunu işiten Ümmü Cemîl, eline büyükçe bir taş alarak velveleyle Allah Rasûlü’nü aramaya çıktı. “Müzemmem (yerilmiş insan), biz ona direndik, dininden uzaklaştık ve emrine isyân ettik!” diyerek gidiyordu. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) ona cevap vermek yerine ashabına şu ifadeleri kullanarak teselli buluyordu: “Cenâb-ı Hakk’ın, Kureyş’in hakaret ve lânetlerini benden nasıl uzaklaştırdığına şaşmıyor musunuz?! Onlar bana müzemmem (yerilmiş) diye hakaret ve lânet ediyorlar, hâlbuki ben Muhammed’im, yerde ve gökte medhedilmişim! (Cenâb-ı Hak beni böyle isimlendiriyor.)”43

Hz. Peygamber’in (s.a.v) ismi tabii ki ‘Muhammed’(medhedilen) idi ve Ebu Leheb’in karısı olan Ümmü Cemil, ismi ‘müzemmem’(yerilmiş insan) olarak değiştirdiğinde Hz. Peygamber’in halk arasında itibarsızlaşacağını umuyordu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v) kadının sözlerini yok sayma hususunda asilce bir tavır sergiledi, çünkü sözlerinin ve karakterinin hem kendi toplumunu hem de bugünkü küresel dünyamızı çok daha derinden etkileyeceğini ve ‘Muhammed’ isminin daime salât-ü selâm ile anılacağını biliyordu.

Referanslar ve Notlar

1 Tecrîd, X, 374 vd.; h. no: 1647; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 287 vd Kaynak: https://www.muridan.com/yeni/summe-b-usalin-musluman-olusu_h2050.html. Buhârî,Meğâzî, 72; Müslim,Cihâd ve Siyer, 19
2 Enbiyâ Sûresi, 21/107
3 Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16
4 Ibn al-Qayyim, Al-Wābil al-Ṣayyib, pp. 53-56. [İngilizce tercümesi üzerinden Türkçeye aktarılmıştır. (çev. notu)]
5 Müslim, Îmân 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mâce, Mukaddime 9, Edeb 114. ve 5. Dipnotlarda tek kaynak olarak “El-Müstedrek  Ala’s-Ṣaḥīḥayn 7391” verilmiştir, biz ise birinci ve ikinci kısmı bölerek ayrı rivayetleri Türkçe kaynaklardan vermeyi tercih ettik.(çev. notu)]
6 Hâkim, Müstedrek, IV, 185/7310
7 Lisa Rossbacher, ‘Empathy: Walking in Another’s Shoes’: https://www.youtube.com/watch?v=VPSFWIYoBTE.
8 Beverly Allen, ‘Women in Bosnia Today: Notes on Gender Issues for Us All’ at the Stockholm International Forum 2002. Available at: http://www.d.dccam.org/Projects/Affinity/SIF/DATA/2002/page1691.html.
9 U. Frevert, Emotions in history – Lost and found(Budapest: Central European University Press, 2011), p. 161; Richard Lebow, Reason, Emotion and Cooperation, International Politics42 (2005), p. 298; N. Head, Justifying Violence: Communicative Ethics and the Use of Force in Kosovo. Series: New approaches to conflict analysis(Manchester University Press: Manchester: 2012), p. 35.
10 R. Bleiker and E. Hutchinson, Fear no more: Emotions and world politics. Review of International Studies,34 (S1) (2008), pp. 115-135.
11 Viktor E. Frankl, Man’s Search For Meaning (Boston, Beacon Press: 2006), pp. 44-45.
[Türkçesi: Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı (Okuyan Us, 3. Baskı), s. 59 – Çev. notu]
12 Yazar başkalarının hayat hikayesini hayal etme anlamında ‘imagined storying’ ifadesini kullanmakta. Biz bu ifadeyi hikayeleştirme olarak çevirdik.
13 Christina Twomey, ‘Severed Hands: Authenticating Atrocity in the Congo, 1904-13’ in Picturing Atrocity: Photography in Crisis (Reaktion Books, London: 2012), pp. 42-44.
14 Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, (2244); Muvatta, Sıfatu’n Nebi 23, (2, 929-930); Ebû Dâvud, Cihâd 47, (2550)
15 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 256, 257
16 Ahmed b. Hanbel, Müsned.
17 Buhârî, İmân, 6; Müslim, İmân, 71;
18 Amed b. Hanbel, Müsned, 3/176, 251, 272, 289
19 Sharḥ al-Arbaʽīn 13. (Şerh-i Erbaîn) Şerhin kaynağı orijinal makalede belirtilmediği için İngilizce metin esas alınarak çeviri yapılmıştır (çev. notu).
20 Duhâ Sûresi, 93/1-3
21 Duhâ Sûresi, 93/6-11
22 İbn Kesîr Tefsiri. Okumak için (İngilizce): https://quran.ksu.edu.sa/tafseer/katheer/sura93-aya9.html#katheer.
23 Buhârî, Ezân, 65
24 “Şâhit empatisi” yazarın kendi kavramsallaştırmasıdır.(çev. Notu)
25 Müslim, “Zekât”, 69 (No. 1017, 1/706-705).
26 Tirmizî, Menâkıb, 73
27 Hermann Langbein, Hommes et femmes à Auschwitz (Paris, Fayard: 1975), p. 231; Tzvetan Todorov, Facing the Extreme: Moral Life in the Concentration Camps (London, Phoenix: 2000), p. 71.
28 Isaiah Trunk, Jewish Responses to Nazi Persecution (New York, Stein & Day: 1979), p. 280; Tzvetan Todorov, Facing the Extreme: Moral Life in the Concentration Camps (London, Phoenix: 2000), p. 71.
29 Robert Satloff, Among the Righteous (New York: PublicAffairs: 2006) pp. 100-101.
30 Hallie, P.P., Lest Innocent Blood Be Shed (The Story of the Village of Le Chambon and How Goodness Happened There). (New York: HarperCollins, 1980), p. 158.
31 Nechama Tec, When Light Pierced the Darkness (New York, Oxford University Press: 1986), p. 72; Tzvetan Todorov, Facing the Extreme: Moral Life in the Concentration Camps (London, Phoenix: 2000), p. 73.
32 Timothy Snyder, Black Earth: The Holocaust as History and Warning (Vintage, London: 2016), p. 309.
33 A.g.e, p. 288.
34 A.g.e, pp. 304-305
35 Ibn ‘Abdul-Barr, al-Durar fī Ikhtiṣār al-Maghāzī wal-Siyar, p. 235.)
36 Ebu Davud, Edeb, 41/4896
37 Enbiyâ Sûresi, 21/107
38 Kalem Sûresi, 68/4
39 Fussilet Sûresi, 41/34
40 Ebû Dâvûd, Cihâd, 44.
41 Tevbe Sûresi, 9/23
42 Buhari, Bed’u’l-halk 7; Müslim, Cihâd 111
43 Buhârî, Menâkıb, 17

Donate